20li yaşlarımdaydım, “iyi” bir üniversitenin “iyi” bir bölümünden mezun olmak üzereydim ama mezun olunca ne yapacağımı bilmiyordum. İş hayatı, staj süreçlerimde gördüğüm kadarıyla hiç beklediğim gibi değildi. Hani bir an önce büyüyelim, çalışalım, paramızı kazanalım, hayatımızın kontrolünü elimize alalım, özgür olalım dediğimiz heyecanla beklediğimiz zaman gelmişti ama ben hiçte o kadar heyecanlı değildim. Bir şey eksikti.
Aileme, çevreme, öğretmenlerime göre, ne vardı ki yani bir şirkete girip çalışacaktım, öyle çok sevmek zorunda değildim, herkes severek mi yapıyordu işini ama çalışmalı, kazanmalı, güçlü, istikrarlı olmalıydım, ayaklarımın üzerinde durmalıydım.
O zamanlar konuyla ilgili destek almak için psikologa gidiyordum. Psikolog bana “her gün aynı sabaha uyanmak, her gün aynı işe gitmek National Geographic fotoğrafçısı bile olsan sıkıcı olmaz mı? İş, eğlence ve keyfi arayacağımız yer değil.” demişti. O gün için bu cümleler gerçekten hayatımı kurtarmış, beni kendime getirmiş, o anlık yaşadığım karmaşadan çıkıp bir adım atmamı sağlamıştı. Tam olarak tatmin etmese de iyi hissettiğim bir işim olmuştu. Ama ilerleyen zamanlarda benden beklenenleri yine yerine getirememiş işimden ayrılmış, başka şeyler denemiş, başlamış, bırakmış ve yine bir istikrar, başarı sağlayamamıştım. :)
Ben zaten güçlü, istikrarlı falan olmak değil tatmin olmak istiyordum. Yaşamımdan, ilişkilerimden, işimden, en önemliside kendimden. Ve bugün baktığım yerden görüyorum ki bunun için başkalarının nezdinde güçsüz, başarısız, istikrarsız gözükmeye razı olmuş, buna cesaret etmiş ve kimin ne dediğini ne beklediğini önemsemeden iç sesime kulak vermeyi başarmıştım! Evet doğru okudunuz ba-şar-mış-tım. Toplum doğrularına, çoğunluğun yaptığına, genel “başarı” tanımına aykırı şeyler yapmış ama kendimi dinlemeyi başarmıştım. Yani bir başka deyişle iş hayatında yaşadığım “başarısızlık”lar silsilesi bana kendim olabilme başarısını, hediyesini sunmuştu.
Psikologun o cümlesine ve sonrasında yaşadığım tüm deneyimlere şükürler olsun. Her biri beni adım adım bugüne getirdi. O gün ben o kadarına hazırdım, o kadarını anlayabilirdim ve muhtemelen anlamamın başka bir yolu yoktu.
Peki sonra ne oldu? Evet istemediğim şeyi yapmama cesareti ve iradesi gösterebilmiştim ama bu seferde boşlukta süzülüyor gibiydim.
İşte bu sefer karmaşa daha güçlü bir şekilde çarptı beni. Tekrar başladı tatmin arayışları, varoluş sancıları, “ben kimim?” sorgulamaları. İşte bu arayışlar sonucunda nefesimle, bilincimle, özümle, varlığımla tanıştım ve kendimi keşfetmeye başladım. En büyük “keşfim”, en yüksek, en önemli beni ben yapan değerimi bulmak ve sonrasında bu değeri sahiplenmek oldu. Ve artık bir daha hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağını biliyordum.
Nedir bu değer dediğimiz şey? Ne olmadığını anlatmak bazen daha kolay olabiliyor.:) “Değer” derken doğruluk, dürüstlük gibi etik kurallardan, toplum normlarından bahsetmiyorum. Bir keresinde “benim değerim takdir edilmek sanırım" diyende olmuştu. Bu da değil elbette. Değeri, bizi biricik yapan, bizden başka kimsenin onu öyle yapamayacağı, kimse bizden beklemeden istemeden gereklilik, meli-malı olmadanda kendi kendimize yapacağımız eylem, eylemsizlik halleri olarak tanımlayabiliriz.
Ben değerin ne olduğunu anlayıp kendi değerimi günler, haftalar süren çalışmalar sonrasında bulduğumda yıllardır gevezelik olarak gördüğüm konuşma, anlatma arzum ve tutkum eğitmenliğe dönüştü! Şu an değerinin farkında ve değerine sahip çıkmış biri olarak söyleyebilirim ki; işim ve hayatım bu noktadan hem keyifli hem heyecan verici hem yaratıcı hem bereketli… Öyle her gün aynı güne de uyanmıyorum, her güne başka heyecan başka ilham ile başlıyorum.
Sende kendi değerini, özünü, amacını arıyorsan, hayatından, işinden, gücünden, kendinden tatmin olarak keyifli, sağlıklı, huzurlu bir yaşam arzusundaysan SEÇİM SENİN Atölyesinin “İş” modülü tam sana göre. Atölye 30 Kasım Çarşamba başlıyor. Detayları öğrenmek ve kayıt olmak için bana mail atabilirsin.
Hatırla; parlamak için buradasın!
Sevgiyle,
Gamze
Comments